2004 sonbaharı, her sene havalar soğuduğunda grip aşısı olan Amerikalılar için oldukça zor bir dönemdi. İngiltere’deki iki aşı firması üretim hatası şüphesi nedeniyle tedariki kesmiş, ABD’nin ithal ettiği aşı dozu yarıya düşmüştü. Neredeyse bütün eyaletlerde sağlık kurumlarının önünde uzun sıralar oluşuyor, herkes telaş içinde aşı arıyor, parası olanlar çareyi Kanada’ya gidip aşı olmakta buluyordu. Tek bir eyalet hariç: Kanada sınırında bulunan Ortabatı eyaleti Minnesota. Bütün ülkede aşı bulunamazken, Minnesota’nın stoklarında 120 bin grip aşısı vurulmayı bekliyordu. Eyalet yetkilileri özel bir kampanya yaparak insanları aşı olmaya davet etmek zorunda kalmıştı. New York Times muhabiri Gretchen Ruetling’in yaptığı araştırmaya göre bu tuhaf durumun sebebi, ulusal çapta aşı krizi olduğunu duyan Minnesotalıların “aşıya kendilerinden daha çok ihtiyacı olanlara” yer açmak için sıralarından feragat etmeleriydi.
Minnesotalıların, Amerika’nın geneline göre daha “iyi” olduğu inancı sadece böylesine bir aşı krizinde ortaya çıkan bir fenomen değildi. Minnesota Nice (Minnesota İyiliği), Minnesotalıların kibar ve arkadaş canlısı, duygusal olarak çekingen, kendini geri planda tutan, sessiz, dikkatleri üzerine çekmek istemeyen kişiler belirten kültürel bir fenomen. Amerikalılara nazaran daha yardımsever olmakla övünen Kanada’ya komşu olması, kolonicilik yıllarında genellikle İskandinavya ve Kuzey Avrupa’daki sol eğilimli çiftçilerin göç etmesi, kırsal hayatın baskınlığı nedeniyle kolektif dayanışmanın ön planda olması gibi sebeplerden ötürü Minnesota “iyi ve sakin” insanların yaşadığı bir yer olarak biliniyor. Sol fikirlere yatkın bir eyalet. Hatta Ronald Reagan’ın 50 eyaletten 44’ünü kazandığı 1980 seçimlerinde dahi Demokrat Parti’nin adayı Jimmy Carter’a oy verdi. 1984 seçimlerinde ise Reagan, 49 eyaleti kazanırken sadece Minnesota’da birinci olamadı.
1984 seçim haritasında yalnız ve mavi Minnesota, ABD’nin siyasi eğilimlerine tek başına meydan okuyor. Tabii ki bunda Demokrat Parti’nin adayının Minnesotalı Walter Mondale olmasının da etkisi vardı.
Sıcakkanlı ve iyi kalpi olmalarına güvenen Minnesotalılar hakkındaki bir diğer fenomen ise, ilk görüşte karşı tarafa verdikleri güven duygusu. Bu kültürel fenomeni, bu sene doğrulayan kişi ise Biden’in çekilmesiyle kendini bir anda Demokrat Parti’nin 2024 başkan adayı olarak bulan Kamala Harris oldu. Biden’in çekilmesinden ve Harris’i işaret etmesinden hemen sonra 2 hafta içerisinde bir başkan yardımcısı adayı seçme telaşına giren Kamala Harris, Cumhuriyetçi, muhafazakar, merkez seçmenlere ulaşabilecek, kendisine yük olmayacak, kampanyayı hareketlendirecek bir siyasetçi bulmak istiyordu. Pusulayı dengelemek adına bu kişinin beyaz bir erkek olması şarttı. Ekibi Kamala Harris’e kısa bir liste sundu: Ulaştırma Bakanı Pete Buttigieg, Illinois Valisi J. B. Pritzker, Pennslyvania Valisi Josh Shapiro, Kentucky Valisi Andy Beshear, Arizona Senatörü Mark Kelly ve Minnesota Valisi Tim Walz. Önce siyasi danışmanlardan ve Harris’in güvendiği isimlerden oluşan bir ekip, bu 6 isimle Zoom mülakatları yaptı, geçmişlerini didik didik etti. Ardından bu Pazar günü (4 Ağustos), Kamala Harris başkan yardımcıların oturduğu resmi konut Naval Observatory’e son aşamaya kalan 3 ismi özel olarak davet etti: Josh Shapiro, Mark Kelly ve Tim Walz.
Politico’nun kulis haberine göre, Kamala Harris üç adayla baş başa oturdu, uzunca sohbet etti ve 90 gün boyunca birlikte kampanya yapacağı bu siyasetçilerle kimyasının uyuşup uyuşmadığını sınadı. Yoğun bir Pazar gününün akşamında Harris, istiareye yattı ve uyuduktan sonra ertesi sabah karar vereceğini ekibine söyledi. Kamala Harris gün içinde kararını aldı ve akşamında da ekibine açıkladı. “Minnesota Nice” aurasından etkilenmiş olsa gerek ki adaylar arasında en çok Minnesota Valisi Tim Walz’dan etkilenmiş, iki isim daha önce birbiriyle yakın mesai içerisinde olmasa da bu kısa görüşmede çok iyi anlaşmıştı. Bahis sitelerine göre, daha önde gözüken Shapiro, Walz’ın aksine Harris ile iyi bir kimya tutturamamış, kendisini çok fazla överek Harris’in tadını kaçırmıştı. O derece ki Shapiro görüşme sonrasında ekibi arayıp aday adaylığından çekilmek istediğini ima etmiş, adeta sonucu tahmin edip pes etmişti.
Harris kararını açıklamak için dün sabah, Tim Walz’ı aradı. Tim Walz telefon kayıtlı olmadığı için ekranda “Kayıtlı numara değil” yazısını görünce telefonu açmadı, Kamala Harris ikinci kez arayınca yanıtladı ve “müjdeli” haberi öğrendi. Walz önce yakın çalışma ekibine donut ısmarladı, ardından prompter nasıl kullanılır öğrenmeye başladı. Zira daha önce hiç prompter kullanmamış, etkili bir hatip olarak hep doğaçlama konuşmuştu.
Başkan yardımcısı adayını seçmek Kamala Harris’in başkan adayı olarak attığı ilk büyük adımdı. Kimi seçtiğiyle ve kimleri seçmediğiyle ABD’ye önemli mesajlar vermişti. Bu Harris için oldukça kritik bir eşik. Zira siyasete girdiğinden beri kendisine yöneltilen en büyük eleştiri seçmene net bir mesaj verememesi, muğlak bir ideolojisinin ve duruşunun olmasıydı.
Başkan yardımcısı adayı Tim Walz, tüm hayatıyla öylesine bu an için “hazır” biriydi ki Kamala Harris bu kararıyla adeta tüm tuşlara bastı ve Amerikalılara daha önce hiç olmdığı kadar net bir mesaj verdi: “Sizden birine oy verin, Trump’a değil.”
Kamala Harris kimi seçti?
Tim Walz, Amerika’nın ortasındaki küçük bir eyalet olan Nebraska’da dünyaya geldi. Ev kadını bir anne ve eğitimci bir babanın oğlu. Herkesin akraba olduğu 600 kişilik küçük bir kasabada büyüdü. Lisede sınıfın yarısı kuzenlerinden oluşuyordu. Çocukluğundan itibaren kırsal Amerika tecrübesine aşinaydı. Kırsalda büyüdüğü ve kamu kaynaklarıyla okuduğu için devlet için hizmet vermeyi düstur edindi. Öğretmen olmaya ve orduya yazılmaya karar verdi. Kore Savaşı’na katılan babasının da etkisiyle 17 yaşında Ulusal Muhafızlara kaydoldu. 19 yaşındayken babasını akciğer kanserinden kaybetti. Annesi kalan hastane masraflarını ödemek için yıllarca çalışmak zorunda kaldı. Walz, hayata ilk atıldığı andan itibaren sosyal devletin önemini bizzat anlamıştı. ABD ordusunun farklı yapısı nedeniyle daimi olarak askerlik görevinde olmayan Walz, bir yandan belirli aralıklarla top atışı başta olmak üzere askeri eğitim aldı, 11 Eylül’den sonra olduğu gibi belirli konumlarda görevlendirildi; bir yandan da sosyal bilimler alanında lisans eğitimini tamamladı ve öğretmenlik kariyerine başladı.
Çin’den ABD’deki farklı okullara birçok yerde öğretmenlik yaptı, kendisi gibi öğretmen olan eşiyle de bu vesileyle tanıştı. Nihayetinde evlenip eşinin memleketi Minnesota’ya yerleşti ve Mankato West Lisesi’nde coğrafya öğretmeni oldu.
Walz, lisenin popüler hocalarından biriydi. Amerikan futbol takımının da koçluğunu üstlenmişti. Sadece futbol takımının koçu değil, aynı zamanda 1999’da açılan eşcinsel-heteroseksüel dayanışma kulübünün de danışmanıydı. Eşcinsel öğrenciler lisede zorbalığın artmasından dolayı böyle bir dayanışma kulübü kurmuş, başına Walz’ın deyimiyle “Futbol koçu, asker, heteroseksüel ve evli bir adamı” danışman yaparak etkin bir koruma kalkanı oluşturmuştu.
2004 seçimlerini gözlemlemek adına lise öğrencileriyle George Bush’un mitingine gittiğinde güvenlik görevlilerinin cüzdanında Demokrat Parti’nin adayı John Kerry’nin stickeri olan lise öğrencilerini özel bir ilgiyle arayıp sorguya çekmesine öfkelenen Tim Walz, 2004 yılında siyasete girmeye karar verdi. Önce Kerry’nin kampanyasında gönüllü oldu, ardından siyasi kampanyalar konusunda çeşitli eğitimler aldı, özellikle Demokrat Partili askerler ve gaziler gibi özel odak gruplarının yönetimine girdi. 2005 yılında ise kıdemli başçavuş sıfatıyla 24 yılın ardından ordudan emekli oldu ve 2006 seçimlerinde Minnesota 1. Bölge’den Demokrat Parti (Minnesota’daki yerel partinin adı Demokrat Çiftçi İşçi Partisi) adayı olarak Temsilciler Meclisi seçimleri için kolları sıvadı.
Tim Walz, geçmişte neredeyse bütün seçimleri Cumhuriyetçilerin kazandığı muhafazakar ve kırsal bir seçim bölgesinde Demokrat Parti’nin adayı olarak görevdeki Cumhuriyetçi’yi ağır bir hezimete uğrattı ve 8 puanlık bir fark atarak Kongre’ye girdi.
Walz, Cumhuriyetçi seçmenin yoğun olduğu bir bölgeden seçilmesine rağmen kadın, eşcinsel hakları gibi konularda özgürlükçü bir duruş sergiledi, ilk günden itibaren Irak’ın işgaline karşı çıktı. Bireysel silahlanma konusunda Cumhuriyetçilere yakınken, özellikle sağlık ve eğitim gibi konularda sosyal devlet desteklerinin arttırılmasını savundu. Cumhuriyetçilerle birlikte birçok yasa teklifine imza attı, nüanslı duruşuyla “merkez” isimlerden biri olarak anıldı. İklim konusunda duyarlı Demokratların aksine tartışmalı enerji projelerini, altyapı tekliflerini destekledi. 2010’lu yıllarda ise Obama’nın Suriye’ye operasyon düzenlemesine en çok karşı çıkan isimlerden biri olarak ön plana çıktı. Walz emekli bir asker olarak ABD’nin uluslararası müdahalelerine karşı çıkıyor, askerlerin hızlıca ülkeye geri dönmesini istiyordu.
Tim Walz 2016’da başkanlık seçimleriyle aynı gün düzenlenen Kongre seçimlerinde kendi bölgesinde Trump’ın kazanmasına rağmen, birçok Trump seçmenin kendisine oy vermesi sebebiyle bir Demokrat olarak yeniden Kongre’ye seçilmeyi başardı, koltuğunu korudu.
2018 araseçimlerinde ise Minnesota valiliğine aday oldu ve seçimleri kazanarak Kongre üyeliğinden ayrıldı. Kolları sıvadı ve federal sistemde neredeyse bir eyaletin cumhurbaşkanı gibi geniş yetkilere sahip olan valilik görevine başladı.
Tim Walz’ın ilk valilik dönemi pek iyi olaylarla anılmadı. 2020 seçimleri yaklaşırken beyaz bir polis kameralar önünde siyah Amerikalı George Floyd’u boğarak katletmiş, ülke çapında gösteriler düzenlenmişti. Öfkeli göstericiler Minnesota’da da birçok dükkan ve arabayı yakmış, yağlamalamıştı. Cumhuriyetçiler Walz’ı gösterilere yeterince sert müdahale etmediği gerekçesiyle eleştirmiş, çiçeği burnunda valiyi topa tutmuştu. Fakat nihayetinde Walz, Demokratla ve Cumhuriyetçileri bir araya getirerek önemli polis reformlarını yerel meclisten geçirmiş, hayati risk haricinde polislerin şüphelilerin boğazını sıkmasını yasaklamış, polis üzerindeki denetimleri arttırmıştı.
Tim Walz, esas gücünü Demokratların 2022 araseçimlerinde eyalet meclisinde çoğunluğu ele geçirmesiyle gösterdi. Ve sadece bir sene içerisinde az bir farkla çoğunluk olmalarına rağmen art arda yasalar çıkarılmasını sağladı: Kürtaj hakkı, ebebeynlik izni, hastalık izni koruma altına alındı, cezaevinden çıkmış eski hükümlülere oy hakları yeniden verildi, 1 milyar dolarlık kira desteği sağlandı, bireysel silahlanmaya önkoşul olarak geçmişe yönelik sicil taraması kabul edildi, tedavi amaçlı esrar yasallaştırıldı, iklim kriziyle mücadeleye odaklanıldı, yaşlı bakımevlerine 300 milyon dolar aktarıldı, 2.5 milyar dolarlık altyapı yatırımı öngörüldü.
Tim Walz’ın marka projesi ise bütün eyalet çapındaki okullarda çocuklara ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği verilmesiydi. Minnesota daha önce okullarda yemek verilmesini öngörmüş, fakat birçok aile bu ücretleri karşılamayıp borçlanınca kendisi de bir eğitimci olan Walz bu ücretin eyalet tarafından karşılanması gerektiğini söylemiş, 400 milyon dolarlık bir bütçe ayırmıştı. Walz’ın bir sene içerisinde uyguladığı bu geniş kapsamlı reformlar Barack Obama’nın dahi takdirini almıştı.
Tim Walz, hem Demokrat Parti’nin sol kanadının savunduğu fikirleri hayata geçiriyor hem de bu süreçte geniş kesimleri bir araya getiriyor, parti içi farklılıkları aşıyor, yeri geldiğinde de Cumhuriyetçilerden destek alıyordu. Nitekim Kamala Harris, Tim Walz’ı seçtiğinde partinin Cortez, Sanders gibi sol kanat isimlerinden Demokrat Parti’den resmen istifa edecek kadar sağa kayan Joe Manchin gibi senatörlere kadar çok geniş bir kesimin takdirini aldı. Cortez’in tabiriyle “birçok isim belki de uzun süre sonra ilk kez aynı sayfada buluştu.”
Peki neden Tim Walz?
Kamala Harris, Tim Walz’ı sadece iyi bir vali olduğu için seçmedi. Tim Walz, Demokrat Valiler Topluluğu’nun başkanı olarak Biden’in adaylıktan el çektirilme sürecinde baskıyı arttıran isimlerden biriydi. Bu nedenle bir nevi Kamala Harris’in aday olmasını sağlayanlar arasındaydı. Kamala Harris’in ismi netleştiğinden itibaren ise Tim Walz iyi bir iletişim kampanyasıyla ulusal kanallara çıktı ve birçok izlenen programa konuk oldu. Özellikle seçimin çekişmeli geçtiği ve Obama’dan Trump’a geçen mavi yakalı beyaz işçi sınıfı seçmenin yoğun olduğu Ortabatı’nın Pennsylvania, Wisconsin ve Michigan gibi eyaletlerine hitap eden konuşmalar yaptı. “Gerçek Amerikayı” Vance ve Trump gibi radikal isimlerin temsil edemeyeceğini söyledi. En önemlisi Cumhuriyetçi ikiliye Trump’ın taktiğini izleyerek bir lakap taktı: Weird. Türkçede “tuhaf” anlamına gelen bu kelime birden yayıldı, sosyal medya paylaşımlarına ilham oldu, Biden’dan Kamala’ya herkes tarafından kullanılmaya başlandı. Walz’ın ana mesajı, Trump ve Vance’nin ortalama bir Cumhuriyetçi temsil edemeyecek kadar tuhaf ve radikal olduğuydu.
Tim Walz söylem inşa etme konusunda oldukça kabiliyetli bir isim.
Bazı radikal Cumhuriyetçilerin yasaklamak istediği tüp bebek tedavisini, uzun yıllar sonra tüp bebek tedavisi ile çocuk sahibi olup ilk kızının ismini “Hope” yani “Umut” koymasıyla anlatarak savunuyor. Ücretsiz sağlık hizmetinin önemini anlatırken ağır top atışları yaparken işitme gücünü kısmen kaybetmesi ve asker olduğu için geniş kapsamlı olan sigortası sayesinde kulağını tedavi ettirip kızının her sabah şarkı söylemesini ilk kez duyduğunu vurguluyor. Her savunduğu politikaya ekleyeceği bir kişisel hikayesi, sahici duygusu mevcut.
Kamala Harris ile çıktığı ilk mitingte, Cumhuriyetçilerin eskiden özgürlüklerden bahsederken, şimdi insanların özgürlüklerini kısıtlamaya odaklanlarını, özgürlükten anladıklarının doktor muayene ofislerini işgal etmek, insanların özel hayatlarına karışmak olduğunu vurguladı. “Minnesota’da komşularımızın hayatına burnumuzu sokmayız. Altın kural: başkalarının kararlarını desteklemesen de kimsenin işine karışmamaktır” diyerek Cumhuriyetçilerin kurduğu söylemi ters yüz etti ve “özgürlük” kelimesini Cumhuriyetçi seçmene de aktarabilecek bir çerçeve çizdi. Tim Walz, ayrıca şimdiden Trump’ın karizmatik başkan yardımcısı J.D. Vance’nin de antidozu. Yoksul bir işçi sınıfı ailenin çocuğu olan Yale mezunu, Silikon Vadisi milyarderlerin desteğini alan Vance’i hikayesine ve geçmişine “ihanet” etmekle suçluyor. Vance’nin seslendiği seçmen gruplarına hitap ediyor. İki ismin münazarasının çok çekişmeli geçeceği kesin.
Aslında net bir çizgisi, duruşu olmadığı için eleştirilen Kamala Harris, bu eksiklikleri tam olarak kapama şansı elde etti: Orta sınıf hikayesini sahiplenen, Cumhuriyetçi seçmenin dilinden anlayan, net bir ideolojiyi taşıyan ve partinin geniş tabanını birleştiren bir başkan yardımcısı.
Kamala Harris, Tim Walz’ı seçerek orta sınıfların güçlü olduğu, sosyal devlet uygulamalarının arttığı, fırsat eşitliğinin sağlandığı bir Amerika vizyonu ortaya koyduğunu, sosyal liberalizmin izinden gideceği mesajını tüm Amerika’ya duyurdu. Fakat Harris’in verdiği mesaj sadece Walz’ı seçmek değildi. Harris seçmediği isimlerle de net bir mesaj vermişti.
Kamala Harris kimi seçmedi?
Hiç şüphesiz Kamala Harris için en olası başkan yardımcısı adayı seçimin başa baş geçtiği Pennsylvania’nın popüler valisi Josh Shapiro’ydu. Pennsylvania’yı kazanan adayın seçimleri kazanma şansı çok yüksek. Hem delege sayısı yüksek hem de Harris ve Trump’ın anketlere göre çok yakın gözüktüğü bir eyalet. Shapiro, aday olsaydı Al Gore’nun yardımcı adayı Lieberman’dan sonra başkan yardımcısı adayı olan ilk Amerikalı Yahudi olacaktı. Fakat sol kanat Demokratlar ve Müslüman seçmen grupları, Josh Shapiro’nun geçmişte Netanyahu’yu övmesi, 20 yaşındayken Filistinlilerin savaşa eğilimli olduğunu söylemesi, İsrail büyükelçiliğinin halkla ilişkiler bölümünde çalışması, eğitim konusunda daha sağa yakın politikalar benimsemesinden dolayı itirazlarını dile getirmiş, Shapiro ismine karşı çıkmıştı. Her ne kadar Tim Walz da geçmişte Netanyahu ile görüşüp poz veren ve İsrail’e birçok Demokrat Partili isim gibi destek çıkan bir siyasetçi olsa da en azından Shapiro gibi Filistin için sokağa çıkan bazı Amerikalı öğrencileri beyaz üstünlükçü Klu Klux Klancılara benzeten biri değil.
Josh Shapiro, ayrıca Batı Şeria’daki işgal nedeniyle bu bölgedeki yerleşimlerde lisans vermeyeceğini açıklayan Amerikalı solcu Yahudilere ait dondurma şirketi Ben & Jerry’e de yaptırım uygulanmasını savunmuş, eyaletteki kamu görevlilerine “Gazze’deki savaş” nedeniyle dikkatli konuşmalarına dair ifade özgürlüğüne şüphe düşerecek bir davranış uyarısı yayınlamıştı.
Belki de özellikle gençleri, solcuları ve Müslümanları öfkelendirmeyecek bu tür özellikler olmasaydı Barack Obama gibi etkin konuşan Josh Shapiro, başkan yardımcısı adayı olacaktı. Shapiro’yu destekleyen bazı isimler Shapiro’nun “antisemitizm” nedeniyle seçilmediğini iddia etse de bu tür eleştiriler kendisi gibi İsrail açıklamalarıyla öfkeleri üzerine çekmeyen Amerikalı Yahudi ve Chicago Valisi Plitzker için ileri sürülmemişti. Her ne kadar Shapiro, daha sonrasında iki devletli çözümü desteklediğini, Netanyahu’nun ise tarihteki en kötü İsrail lideri olduğunu söylese de, ateşkesi destekleyen ve Gazze için sokağa çıkanlara yönelik empatik açıklamalar yapan Minnesota Valisi Tim Walz karşısında sol kanadı ikna edememişti. Minnesota, Demokrat Parti önseçimlerinde Biden’in Gazze’deki soykırıma sessiz kalmasını protesto edenlerin %18 oranına ulaştığı bir eyalet olmuş, Tim Walz ateşkes talep eden 45 bin Demokrat Parti seçmeninin sesini net bir şekilde duymuştu.
Josh Shapiro belki Pennsylvania’yı kazanma ihtimalini arttıracak, ama Michigan, Georgia gibi kritik eyaletlerde Müslüman, genç ve solcu seçmenin sandığa gitme ihtimalini azaltacaktı. Nitekim Josh Shapiro’nun takım çalışmasına uyumlu olmadığı, geçmişte eyalet savcısıyken bazı cinayetlerin üstünü örtmeye çalıştığı gibi iddialar da mevcuttu.
Bütün bunlar ışığında Kamala Harris’in de kimyası Walz ile uyumuş, Nancy Pelosi ve sol kanat, özellikle sendikalar Walz’ın arkasında hizalanmıştı.
Her ne kadar realist bakıldığında Biden’in İsrail politikalarından farklı bir tablo ortaya koyması olağan gözükmese de, Kamala Harris özellikle İsrail konusunda tabanın tepkisini çeken bir ismi her türlü avantaja rağmen takım arkadaşı olarak seçmemiş, bir ihtimal esas sebep bu olmasa dahi partinin İsrail’e yönelik tepkileri giderek artan tabanına dolaylı yoldan fakat bir o kadar net de bir mesaj vermişti: Sizi duyuyorum.
Tim Walz’ın enerjisi yetecek mi?
Kamala Harris Tim Walz’ı seçerek parti tabanının sesini duyduğunu Amerikalılara net bir şekilde gösterdi. Fakat Kamala Harris’in Kasım 2024 seçimlerinde Trump’ı yenmesi için sadece destekçilerinin sesini duyması yetmeyecek. Kamala Harris, hem sesini duyduğu tabanı firesiz sandığa taşımalı, hem de Cumhuriyetçi, Trumpçı seçmene el uzatmalı. Walz’ın Trump ile dalga geçmesi, Kamala Harris Californialı bağışçıları heyecanlandırmasının artık pek bir önemi yok. Harris ve Walz, seçimi kazanmak için Demokratlara mesafeli, güçlü bir alternatif görmediği için kerhen de olsa Trump’a oy veren seçmenlerin de sesini duymalı.
Amerika için sadece Trump karşıtlığını temel alan değil, geleceği de şekillendiren somut bir vizyon ortaya koymalı. Kamala Harris ve Tim Walz için bu vizyon aslında oldukça net: Sosyal devletin güçlü olduğu, orta sınıfın erimediği bir Amerika, fırsat eşitliği. Yani sosyal liberalizm. Tim Walz’ın en çok övündüğü icraati tam da bu nedenle okullarda öğrencilere ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği sunulması.
Gelir adaletsizliğinin yüksek, devletin eğitim, sağlık gibi alanlarda elinin zayıf olduğu Amerika’da öğrencilere ücretsiz yemek vaadi, ulusal çapta Kamala Harris’in savunabileceği bir fikir olabilir. Tim Walz gibi orta sınıf bir ailenin çocuğu olan Kamala Harris, Walz’ın söylemleri ve icraatlarıyla kendisini yeniden kurgulayabilir ve belki uzun süredir aradığı o “sahici” kahraman hikayesine nihayet kavuşabilir.
Kamala Harris ve Tim Walz’ın Trump’ı yenmek için aşacakları daha çok engel, önlerinde ise sadece 90 gün var. Seçim sonucunu tahmin etmek zor. Biden’in çekilmesiyle Trump’ın ivmesi durdu, Kamala Harris çoğu eyalette Trump ile başa baş gözüküyor. Kimin kazanacağı hiç olmadığı kadar muğlak. Fakat Kamala Harris’in Trump’ı yenmek için çıktığı bu yolda, aldığı ilk kararla beklentileri karşıladığı ve elini güçlendirdiği bir o kadar kesin.
Tim Walz iyi bir başkan yardımcısı adayı. İsmini ve sesini daha çok duyacağız.